21 Haziran 2014 Cumartesi

Haziran'da Ölmek Zor... Okan Yüksel'in kaleminden...

Yazılarıyla, düşünceleriyle, her zaman bizleri başka bir Karşıyaka'ya götürmüş olan Sayın Okan YÜKSEL'in, Karşıyakamızın ölümsüz futbolcusu Gode Cengiz için, ölüm yıldönümünde yazdığı satırlara yer vermek istedim bugün...Eline sağlık Okan Abi...
...
 
"Haziran'da ölmek zor" demiş ozan. Orhan Kemal, Ahmet Arif, Nazım Baba "haziran'' ölülerindendir. Futbol alanlarında Karşıyaka forması ile ünlenen "Gode" nam, Cengiz Kocatoros da "Haziran’da yitirdiklerimizdendir.

İnsanlar ölür, destanlar yaşarmış... Marifet ölümü destanlaştırmak değil, hayatı güzelleştirmektir. Ya Gode Cengiz gibi olsanız...Ya Gode Cengiz gibi yaşasanız.. Ya Gode gibi... Yok, yok ölseniz dememek gerekir burada. Gode Cengiz gibi hayatı da güzelleştirseniz ölümü de destanlaştırsanız demeli...


Yaşlılar ölüme gider, ama ölüm gençlere gelir derler. Sofrası meşin yuvarlak aracılıyla dolan, karnı bu hünerle doyan, düşüncesini midesinin sansüründen geçirmeyen, yüreğinde iyilik, doğruluk, güzellik meşalesi sönmeyen Gode ‘ye ölüm erken geldi.Cengiz Kocatoros 21 Haziran 1988 günü öldü, ama Gode hala yakar türküsünü inceden ince..


Bak futbolcu kardeşim !

Ölürsünüz de.
Yaşarsınız da.
Yıllarca çağdaş arenalarda gladyatörlük yaparsınız da.
Esir pazarlarında haraç mezat satılırsanız da.
Dopinge, şikeye alet edilirsiniz de.
Ölürsünüz de. 

Yaşarken bile ölürsünüz de.
Gode Cengiz gibi yaşarsanız, ölseniz de yaşarsınız da.
Gode Cengiz gibi olursanız spor kılıklı bataklıkta "nergis" gibi güzel kalırsınız da.
Sporda yenginin tokluk, yenilginin ise açlık olduğunu yasayarak öğrenirsiniz de.
 

Karşıyaka Stadı’na Gode Cengiz'in anısına dikilen, büstün "Sevda candan uzun , can günden kısa" diyen sözlerini duyarsınız da.Büstün önünde benim gibi, "Bir palamut ızgarasıyla, bir tabak roka salatasına ve bir de sana öyle hasretim ki Gode'' dersiniz de.
 

Karşıyaka Stadı’na bir bir, on on, yüz yüz, bin bin uğrayın Karşıyaka’lılar İzmirliler, futbolseverler.

Her zaman saygı duyacağımız, yüreğimizdeki sıcak sevgilerle anacağımız Gode, her yanlışlığa, namussuzluğa isyan ederken, en çok size saygılıydı ; futbolseverler !
...

Ruhu şad toprağı bol olsun...Onlar hala yaşıyor aramızda...

19 Haziran 2014 Perşembe

Son Nefes ...


Birgün Kaf Kaf Alaybey'deyim...İçeri genç bir kardeşimiz girdi. Tshirtlere baktı. Tek tek denedi, ona baktı buna baktı olmadı.. Bu arada da uzaklarda olduğunu, çok özlediğini, bu özlemin hiçbirşeye benzemediğini anlatıyor, dertleşiyoruz..Ne de olsa yıllarca aynı şeyleri yaşadık.. Herşeye doya doya baktı...Arada bir tane ve son kalmış tshirtü buldu giydi denedi ve oldu...Tshirtte '' son nefese kadar'' yazıyordu.. Çıkarken öğrendim, doğuda subay olduğunu...yutkunamadım...

ZORAKİ Bir Hikaye

Hikayemiz; Bodrum'da toplanmak isteğinde olan grubun, sabah yazışmasının sürmesi, sündürülmesi ve Ergün Alçınkaya'yı zorlamaları sonucu 2013 Temmuzunda bir akşam toplanmasıyla başlar.O gün sabahında bile işin hala daha zorlamayla olduğunu düşünen Alçınkaya sonunda geceye de adını verir; ZORAKİ ! Gece olur biter, dostlar buluşur, sohbet eder. Günler günleri kovalar, 2014 gelmiştir ve yeni bir zoraki gece yapılmalı diye düşünürken blog sahibinin klavyesinden aşağıdaki satırlar düşer bugün ;

bazen çok zorlarsın,
adına ZORAKi derler,

bazen içmezsen olmaz,
ona da almanlar SO RAKİ derler,

çok içmek istersin,
öyle istersin ki, şişelerce,
çüş demezler, oha diyemezler,
ZOO-RAKİ derler...

terapi yaparsın,
anlatırsın içini boşaltırsın,
zorlasan da adı ZORAİKİ olur,
ama terapi olur,

iktirirsin, kaktırırsın,
zor olur ama sonu rakı olur,
kafalar da güzel olur,
eş dost olur,

canlar bir olur,
çamlar bardak olur,
ama cam cama olmaz da
can cana olur !

Neyse uzatmamak lazım. Bu mudur, budur !



NOT : Resim, METİOD 2011 Toplantısı-
Kuşadası Richmond Ephesus Resort

1 Kasım 2010 Pazartesi

Kar Yağıyor Üstümüze Ağır Ağır...


'' Lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.

Kar yağıyor karanlıklara.
Kar yağıyor ve ben hatırlıyorum.
Kar...

Üflenen bir mum gibi söndü koskocaman ışıklar...
Ve şehir kör bir insan gibi kaldı
altında yağan karın.

Lambayı yakma, bırak!
Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların
dilsiz olduklarini anlıyorum.
Kar yağıyor
ve ben hatırlıyorum. ''

Bu kulüp bugün 98 yılı geride bırakıyor, 99'dan gün alıyor...
Bu kulübe gönül ve ömür vermiş 80 kişi,diğer misafirlerle beraber 200 kişi toplanıyor çarşamba akşamı Vilayetler Evi'nde...

Aynı kulübün canı futbol takımı Tavşanlı'ya yeniliyor 2-0...
Demir atıyor karanlıklara..
Sevenlerini attığı kuyuda kibritsiz bırakırcasına...

Hani ikincilik bile başarısızlıktı..

Hani bu kentte fenerli gsli bejekeli bebeler doğmayacaktı...




---------------------------------
Şiir : Nazım Hikmet-Kar Yağıyor


-

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Canlar Sağolsun...Nisan-2006


Geçmişi karıştırırken buldum maili. 2006 yılının nisan ayıydı ve biz yine play off yolunda ne yaparız telaşındaydık.O hafta Yozgat deplasmanı var ve ben periyodik Ankara seyahatlerimden birini yapma planlarındaydım.Ama unutmuştum ki Yozgat-Ankara arası 200 küsür kilometre, yani gitmeyeni döverler cinsi bir deplasman.Gittim tabiki.Gider gitmez oradaki kardeşlerimle biraraya geldim, yol planını yaptık ve küçücük bir dobloya sığan 8-9 kişiyle ite kaka Yozgat yollarına düştük.İte kaka çünkü, araç kiralıktı ve o kadar adamla bu doblo bozkırın engellerini aşmakta zorlanıyordu.Ama yine de geldik Yozgat'a...

Bozkırın ortasında,alabildiğine kahverenginin tonlarını bulabileceğiniz bir şehir.Onlar da düşmemeye oynuyorlar o sene.(sonra da düştüler zaten) Arabayı stadın yanında güvenliğin dediği yere bıraktık.Zaten aracın içindeyken, stada sokulacakların düzeni alındı.Olası bir golde, her yer meşaleye boğulacaktı. Nasılsa,çok kayıp vermeden !! , üç arama sonrasında stada girdik.

Kale arkası her yerdeki gibi bize ayrılmıştı,biz de orayı 10 kişiyle doldurduk zaten.Takım ummadığımız kadar iyi oyun oynadı o gün, ilk golü attık, çıldırdık. Birden sırtlara sote edilmiş meşaleler çıktı ve her yer meşaleye boğuldu.Meğer o sene oradaki emniyet müdürünün kişisel hassasiyetiyle hiçbir takım seyircisi, kendi seyircisi dahil bir tane bile meşale yakamamış.Yüzlerce seyirci bir tane bile yakamamışken, bizde kişi başı 2 tane meşale vardı elimizde, hem de stada sokulmuş halde...Tabi hemen emniyet görevlileri geldi meşaleleri söndürdük...Derken Yozgat baskısı başladı.Her kaçan ataklarında, kale arkasındaki duvara döndük,ona sığındık,ağlama duvarımız oldu bizim.Yazık ki yediğimiz golle berabere bitirdik maçı.Maç sonrası, emniyet, ''vasıta şoförü gelsiiin''diye duyuru yaptı ve ben aracı almak üzere bir emniyet görevlisiyle araca gittim.Meğer o kişi, il emn. müdür yardımcısıymış.Yaşıma da yakın olduğundan biraz sohbet ettik,ama müdürün sıkıntısını anlatamam. '' Sayenizde bütün pazartesi günümü, müdürüme rapor yazmakla geçireceğim.'' dedi. Nedenini sorduğumda, malum müdürün hassasiyetini ve bugüne kadar orada meşale yakılamadığını ve bizim bu işi yapmamızdan ve o da oranın yetkilisi olduğundan rapor yumağına boğulacağından dert yandı. Üzüleyim mi sevineyim mi bilemedim.Timsah üzüntüsü bile denebilir :)

Derken yola çıktık, bizi arka yollardan, son derece güzel bir misafirperverlikle yola çıkardı emniyet.Fakat şöyle bir olay vardı, hala elimizde 5-6 meşale bekliyordu.Yakmamız lazımdı.Takım otobüsünü bekleyip, o zifiri karanlıkta yakıp, her tarafı yeşil kırmızı meşaleye boğmak istedik.Nasıl olacaktı bu, önümüzde gerimizde hala bir polis otosu vardı. Uzun süre yol aldıktan sonra,biri ayrıldı, diğeri de çok ilerideydi.Bir rampa çıkışı sonrasında aracı çektik ve beklemeye başladık. Derken otobüs göründü ve biz yaktık meşaleleri...

Yazının bundan sonrasını, yönetimle beraber kafilede yer alan, o yıl ana yönetimimizde de görev yapan, motosikletteki başarılarıyla da kulübümüzün ismini duyurmuş sevgili kardeşim İlter Savtak'ın cümlelerinden okuyun...Benim hala tüylerim diken diken oluyor...Yazım onun cümleleriyle bitiyor.Sona eklenecek birşey de yok.Daha ne olsun ki...Sağol İlter...

''
Aslında biraz da tehlikeli bir beklenti içine girmekten kaynaklansa gerek, son dakika golu ile yıkıldım, kalkamadım o soğuk demir koltuklarından Yozgat'ın..Diğer tüm yöneticiler maçın bitiş düdüğü ile soyunma odasına doğru hareketlenirlerken, ben yaşlı gözlerle baka kaldım tabelaya.Aslında alınan bir puan bile deplasman için klasikleşmiş başarımız iken kaçan iki puanı kendi adıma o kadar çok sahiplenmişim ki,o puanı Yozgat'ta hiç bırakıp gidesim yoktu...

Maç öncesinde gecenin en renkli manzarası, İç Anadolu şehirlerinin hemen hemen tamamında hakim olan YEŞİLDEN mahrum ( KIRMIZI hakgetire :) ) o sarı ve gri renkteki toprak örtüsü, dolayısı ile tüm binalara hatta insanlarına yansımış renksizlik içinde, kale arkasında açılan YEŞİL-KIRMIZI pankartlarımız o kadar canlıydı ki tüm Yozgatlıların bile gözlerinde bir parıltı belirdi inanın bana...Tekrar gurur duydum Karşıyakalılığımla..Ve oradaki bir avuç sevdalı Kafkaflı ile..

Soyunma odasında çocukların yüzündeki ağlamaklı ifade hepsinin neyi ne kadar istediklerinin ifadesi idi.Şunu bilin ki o çocukların hepsi ve Feyyaz Hoca bizden daha fazla istiyorlar Kafkaf'ın başarısını.Onları öyle görünce biraz daha kendime geldim.İçim biraz daha rahatlamış olarak dışarı çıktım, arabalara binip yola koyulduk..

Yolda konuşuyoruz yorum yapıyoruz ama hala içimde azalmış da olsa üzüntü devam ediyor.Baya bir yol aldık.Servisin içinde sessizlik başlamıştı artık yavaş yavaş biraz da yorgunlukla..Kapkaranlık Ankara yolunda, önde topçuların otobüsü arkada bizim servis,bir anda yaklaşık 300-400 metre ötede bir alev topu gözlerimizi kamaştırmaya başladı zifiri karanlık içinde.Muhtemelen bir araba kaza yapmış yol kenarında yanıyor diye yorum yapmaya başladık aramızda.Yaklaşık 100 metre kala tahminimizde yanılmadığımızı gördük.Evet YANIYORDU.Hem de her zaman olduğu gibi alev alev.Öyle bir yangındı ki, bu nesilden nesile Yozgat yolunda bile tutuşturmuştu sevdalılarını.Meşaleler yanmış yüzlerde tebessüm, gözlerde derinden yaşlar. Sevdalıları,zifiri karanlıkta bu genç topçulara evin yolunu,huzuru, mutluluğu, kutsal toprakların yolunu gösteriyordu adeta onlara.Takıma, yanlız olmadıklarını, hiç bir zaman karanlıkta kalmayacaklarını gösteriyordu o meşalaleri ellerinde, dağ başında buz gibi soğukta Kaf Kaf çeken 5-10 sevdalı..5-10 bin taraftarın sesi olmuş haykırıyorlardı. Kornalarımızı çalarak geçtik yanlarından, onlar ise ısrarla orada durmaya devam ettiler.Ta ki bir tepeyi aşıncaya kadar kızıl meşaleler yolumuzu aydınlattı.

O tepeyi aşınca artık mutluydum, üzüntüm geçmiş,içimi bir keyif kaplamıştı. Ankara'da, gözümü otelin önünde açıncaya kadar huzurla uyumuşum.Daha ne olsun, içeride genç futbolcularımız sahanın heryerinde , dışarıda Karşıyaka sevdalıları ülkemin heryerinde bu ışığı hep aydınlatmak için nefes alıyorlar..Daha ne olsun..Şampiyonluk mu?..Olursa kaymaklı olur..Olmazsa ,canlar sağolsun..


İlter C. Savtak

''

Sevgili İlter Savtak'a teşekkürlerimle...

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Söylesem Tesiri Yok, Sussam Gönül Razı Değil


Az önce maçtan geldim, 1-0 kaybettik Konya'ya bu gece.
Oturdum Bakırköy'de dostum HasHüs'ün balkonuna,
İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı...


İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor
Yavaş yavaş sallanıyor
Bayraklar,atkılar hep bir anda,
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Pidecilerin,etli ekmekçilerin hiç bitmeyen gol sesi
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Kuşlar geçiyor yükseklerden,yeşil-beyaz kuşlar
sarı lacivert kuşlar, mavi ateşli kuşlar, sürü sürü, çığlık çığlık.
Biz bakakalmışız onların altında ,
Yemişiz dışkılarını seyrederken kafamıza
Ağlayanlar çekiliyor yuvalarına,
Nevizade bugünün saat beşini arıyor
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Başımda eski KSK'nin sarhoşluğu,
Loş depolarda kaybolmuş kupalar,
Dinmiş yok olmuş mutlulukların uğultusu içinde
Hıçkırıklara boğulmuş ağlıyorlar, Gode,Gazcı ,Erol Baş,
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Gençler geçiyor karşı kaldırımdan
Küfürler, şarkılar, türküler, laflamalar,
Belki daha görmemiş gençler süper ligte bu takımı
Bir şey düşüyor ellerinden
Yeşil kırmızı bir atkı olmalı
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı...

( Bitsin artık bu hasret... )

''Şiir:Orhan Veli '' diye BİLE yazmak ne kadar mantıklı bilemedim :)

.

6 Nisan 2010 Salı

Kimseye Nasip Olmaz Bu Büyük Forma



Her kötü oyunun, her ruhsuz oyunun sonundadır bu marş. Başarıların, mutlulukların slogan olması gerekirken, ruhsuzluğun sloganı oldu son zamanlarda. Boğazlarımız patlarcasına da söylüyoruz matahmış gibi. Buca maçında da 2-0'dan sonra söyledik, en az sahadakiler kadar ruhsuzca. Son günlerde o kadar çok söyler olduk ki bunu. Neden ? Bir adam silsilesine de her maçta söylenmez ki, o formanın kimseye nasip olmayacağı, değerini bilerek oynayacağı…Zaten adam dediğin giydiği formanın hakkını vermez mi?

Plağı tersten çevirelim ve bu formanın kimlere nasip olduğuna bakalım bir de.Bu forma kimlere nasip olmadı ki ; Zühtü IŞIL’la başladı, Seyid-ül Beşer Esir Kampı*'ndakilere bile nasip oldu, Çanakkale’de şehit düşenlere de…Teknesi İsmet İnönü'ye, forması astığımız Adnan Menderes'e.Ayağı kırık, kaşı patlak, forma kırmızısını kanıyla boyayan,kömür zeminde oynayan efsanelerimize. İşinde,kasasındaki son kuruşu takım için harcayan yöneticiye de nasip oldu, cebindeki son kuruşu bu takımın maçı için harcayan babaya da,son harçlığını veren öğrenciye de…Cebindeki 1 TL’yi gidip, Çarşı’da para toplayan Ali Ulvi Kiremitçiler'e vermedi mi 6 yaşındaki minik Karşıyakalı. Bunlar hepsi forma uğruna.Renk aşkına.

Sonra ne oldu ? Aldık biz o formayı, Birol Aksancak’a verdik.Tüm sene bir gole hasret bıraktı bizi. Asansörde kaldıklarında, 'forma ağır geldi asansör çekmedi' diyen terbiyesize verdik. 'Daha çok seyirciye oynamak istiyorum' deyip, maçlarına 30 kişi gelmeyen kulübe giden adama verdik. 3 milyar vereni yönetimlere sokacağım diyenlerin eline teslim ettik, kumar masalarında adımız anıldı, yönetimlerimiz yapıldı. Seçildiğinin ertesi günü FB’ye 15 sayıyla yenilen basket takımı için, ‘Türkiye bugün ve bundan sonra Karşıyaka-Kaf Sin Kaf gerçeğini görecektir’ deyip asıl gerçeklerden, başkanı olduğu kulübün tarihinden bihaber başkan edilenlere verdik.Sezon açılışında ’Ben KAF diyeyim, siz de SİN deyin’’ diyen başkanlara verdik. Antalya'da oyuncumuza saldıran adamı antrenörümüz yaptık,geleceğimizi kurtarsın diye de formamızı verdik.Karşıyaka'nın göbeğinde Şube'de okuyanlara da sarı-lacivert formayı veriyor artık okul müdürü.Golcü diye alınıp bizi gole hasret bırakan Eser’e verdik. Parasını peşin verdik, formayı da Ali Asım’a…Canlı yayında sonradan oyuna giren ve spikerin ‘’KSK’nin golcü ismi’’ dediği fakat o ana kadar sadece bir golü olan Önder Çengel’e verdik.Ki o Önder Çengel, Bolu maçındaki attığı gol sonrası sırttaki ismini gösterdi bize.Sanki onlarca gol atmış gibi. Say say bitmez…

İşte biz saymaktan bitiremediğimiz onca adama bu formayı verdik. Federasyona koşarken bile maçlardakinden daha hızlı koştu çoğu.Kendi elimizle ucuzlattık formayı. Sonra da her maçta bağırıyoruz, kimseye nasip olmaz diye. Bizim gönlümüzde kimseye nasip olmayacak kadar büyük olan o forma, o kadar ucuzladı ki, biz bile her maçta bağırır çağırır, hatırlatır olduk…

İşte ben buna yanıyorum…


(*) Seyid-ül Beşer Esir Kampı, KSK Kurucu Başkanı Zühtü Işıl'ın savaşta esir düştüğünde yollandığı esir kampının adıdır ve o kampta bile iki takım kurup futbol maçı yaptırıp, o takımlardan birinin adının Karşıyaka olduğu bilinir.